Bir iki aktarmadan sonra Moskova’nın yeni havaalanlarından Vnukova’dayım. Burası o ucu bucağı olmayan, kendi başına bir şehir nitelikli limanlardan. Beni Ulyanovsk’a götürecek uçak beş saat sonra, dışarıdaki yağmur ve Moskova’nın öngörülmez trafiği, bir de bir türlü ortaya çıkamayan bavulum beni saatlerce alanda tutmaya yetiyor. Burada iç, dış tüm hatların terminalleri birbiriyle iç içe. Antalya, Dalaman, Ankara gibi Türkiye hedefli uçuşları panolarda görmek bana keyif veriyor.
Kayıp bavul peşinde, yolcuların alınmadığı kayıp eşya bölümünün koca mekanında önce ben kayboluyorum. Binlerce belki on binlerce sahipsiz bavul,çanta, çul,çuval, kutu,torba,bebek arabası.. raflarda sergide öylece duruyorlar. Çoğu ambalajlanmış,üstlerinde tarih, detaylar yazılmış. Bir saatlik bekleyişten sonra, kendi bavulumu da onca kayıp eşya yığınları içinde görevliden mutlulukla teslim alıyorum. Sonra da nefis Rus çikolataları ve kahvesiyle kendimi ödüllendiriyorum.
Ne garip değil mi çikolata ve kahvesiyle pek bilinen Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, bu iki ürün kendi topraklarında yetişmiyor. Başka ülkelerden ithal edip sadece paketliyorlar. Yani Belçika veya Avusturya hatta İsviçre çikolatası ile Rus çikolatası aynı mantıkla lezzetli ve o ülkenin ürünü değil aslında.
Sonunda Ulyanosk’a gecenin bir saati yoğun yağmur altında iniyoruz. Önceden araştırdığımda yarım milyon nüfuslu küçük bir şehir bekliyorum. Sonra burada iki tane ayrı hava alanı olduğunu öğreniyor ve 45 dakika boyunca araç içinde kalacağım otele gidiyoruz. Bütün binalar sadece iki veya üç katlı. Hiç yüksek yapı yok dolayısıyla, olabildiğine yayılmış bir şehir. Koca bulvarlar, geniş kaldırımlar ve yanılmıyorsam erken 20 yy tipik Rus şehir planlama ve mimarisi, gece vakti bana yıllar önce askerlik yaptığım Kars şehrininin eski sokaklarını anımsatıyor. Asansörsüz ve restorasyonu çok yeni bitmiş sevimli küçük bir otele yerleşiyorum. Dışarısı buz gibiyken odamda kaloriferlerin gümbür gümbür yanması ne güzel.
Sabah erkenden nefis Rus süt ürünleri, siyah ekmek, elma reçeli ve füme balıkla kahvaltımı yapıyorum ve günün koşturmacası hemen dışarı kısa yürüyüşe çıkıyorum. Eylül ayının son günü ve Ulyanovsk da sulu kar atıştırıyor. Yani yılın ilk karı yağıyor, olabildiğine soğuk sokakları süpüren temizlik görevlisi havada uçuşan karlara bakıp söyleniyor, anladığım kadarıyla kışın gelmesine homurdanıyor.
Ulyanovsk kenti muhteşem Volga nehrinin iki ayrı yakasında kurulmuş. Nehir üzerinde şehrin birbirine bağlayan iki köprü var. Eski köprü ikinci dünya savaşı yıllarında inşa edilmiş, çelik yığınlarıyla sarmalanmış, birkaç kontrol noktası olan ilginç dar bir
köprü. Diğeri ise yeni, henüz geçtiğimiz yıllarda Rus lider Putin tarafından hizmete açılmış. Nehir boyunca türlü barajlar olduğundan eni hayli genişlemiş, bir taraftan diğerine geçmek için 5 kilometreden fazla yol almak gerekiyor. Şehirde bir nükleer santral, dev Antonov kargo uçaklarının imal edildiği uçak fabrikası ve UAZ marka araçların üretildiği bir araba fabrikası olduğunu öğreniyorum.
Ulyanovsk’un en önemli özeliklerinden birisi de buranın 20.yüzyılın en önemli düşünür, çağına yön veren politik liderlerinden, Vlademir LENIN’in 1870’de doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği şehir olması. LENIN Çarlık Rusyasının sona erdirilmesi süreci ve 1917 Ekim Devrimi ile dünyanın ilk sosyalist devlet düzeninin oluşturulmasında kuşkusuz en önemli lider. Lenin’in doğduğu yıllarda Ulyanovsk kasabasının adı Simbirsk miş. Genç Lenin, Kazan Devlet Üniversitesine gidinceye kadar ki zamanını Volga nehri kenarındaki bu şehirde geçirmiş.
Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında, Lenin’in adı ve heykelleri bu coğrafyada pek çok şehirde kaldırıldığını duymuştum. Oysa Ulyanovsk’da hepsi de yerli yerinde duruyor. Doğduğu ev, onlu yaşlarını yaşadığı evleri müzeleştirmişler. Lenin’in doğumunun 100.yılında yani 1970 de Ulyanovsk’da görkemli bir Lenin Müzesi oluşturmuşlar.
Okuldaki görüşmelerimiz sonrasında, evsahiplerim beni Lenin Müzesine götürdüler. Akşam olmuş müze kapanma saati çoktan gelmiş, görevlileri paltolarını giymiş çıkmak üzerelerdi. Rus bürokrasisi hakkında az çok fikir sahibi biri olarak, yapacak bir şey olmadığını düşünüyordum ki, birden müzenin tüm ışıkları peş peşe yakılmaya, kapanmış kapılar, bölmeler bir biri ardına açılmaya başladı. Hatta müzenin görevlisi bir bayan, üstünü başına düzeltip tüm ciddiyeti ile Lenin’in hayatını, çocukluğu itibarı ile resimleri de işaret ederek anlatmaya başladı. Sevgili ev sahiplerim, resmi giysilerimden de yararlanarak beni, Türk kültür ateşesi olarak takdim etmişler. Bu beyaz yalanla müzeyi ziyarete kapalı saatlerde, özel olarak gezme ve biraz da fotoğraflama fırsatım oldu ki, bunların bir kısmını buradan sizlerle paylaşabiliyorum.
Lenin Müzesindeki onlarca galeride Lenin’in resimleri, fotoğrafları, heykelleri, temsili eşyaları, müzenin oluşturulması aşamasında gönderilen hediyeler var. Türkmenistan’dan gelen Lenin portreli dev dokuma halı benim favorimdi, bir de Che Guevera’nın yağlı boya tablosu. Müze ziyaretçilerinin Lenin’e saygı duruşunda bulunduğu salonda hatıra fotoğrafımızı da çektikten sonra, müzeden ayrıldık.
Gün batmadan Volga nehrini ve hatta Lenin’in çocukluğunu geçirdiği evin bahçesini de soğuktan titreyerek fotoğraflamayı başardım. Şehir tiyatrosunun kapısında asılı soluk Amerikan bayrağı da dikkatimi çekti. Kim bilir ne için ve ne zaman yerleştirilmiş ti o solgunlaşmış Amerikan bayrağı, sorularıma cevap bulamadım. Ulyanovsk’da IB sisteminde yer almak isteyen Yazarlar Okulu adlı özel bir eğitim
kurumunda toplantılarımız yine tüm gün sürdü. Halen 50-60 şanslı öğrencinin öğrenim gördüğü bu geniş ve çok donanımlı yerleşke, uçsuz bucaksız oyun alanları, tenis kortları, atletizm pisti, müzik kayıt stüdyosu gibi ender rastlanır geniş olanaklar sunuyor öğrencilerine. Okul yerleşkesinde hiçbir dersliğin, idari odanın tabelası yok, ev ortamı gibi olsun istemişler. Yetkililer zaten herkes birbirini ve tüm mekanları tanıyor diye açıklıyorlar, yönlendirme tabelaları kampüse resmiyet katsın istemiyorlarmış. Volga nehrinin hemen kenarındaki bu okul yerleşkesinin hemen yanında büyük ormanlık arazide, yakın gelecekte yüksek okul kurmayı düşündüklerini öğreniyorum. Ertesi gün bir ara boşlukta Ulyanovsk’da, hava taşımacılığı yapan bir uluslararası
hava yolu taşımacılık firmasının yetkilileriyle görüşmeye çağrılıyorum. Kısa tanışma seromonisi sonrası bir dolu kapalı, şifreli geçişli labirent benzeri karmaşık yerlerden geçirip, beni Rusların benzersiz kargo uçağı Antonov 24’ün simülatörüne alıyorlar. Bu dev uçağın kokpitinde kemerlerim sıkı sıkı bağlı, kısa bir tur atmak nasip oluyor, tüm sarsıntılar, manevralar, telsiz görüşmeleri, akla gelebilecek ne varsa her şey inanılmaz gerçek- tüm bunların simülasyon olduğuna inanmak çok zor geliyor ve biraz! sarsılmış olarak iniyoruz simülatörden.
Programlandığı şekilde, okuldaki görüşmelerimizi tek tek bitirdikten sonr Ulyanovsk’tan ayrılma zamanı yaklaşıyor. Moskova’nın 1000 km kadar doğusunda kalan bu güzel kente, ilerleyen zamanda keşke tekrar yolum düşse ne güzel olur.
(Evsahibi okul da kendi web sitesinde benim ziyaretime yer vermiş.) http://istochnik.volga-dnepr.com/eng/news-announcements/269/