Uzun bir ders yılının ardından, bir kez daha ders ve sınav maratonunun sonuna gelmeyi ve Ankara’nın karlı, buzlu zamanlarını da geride bırakmayı başarmıştık. Karneler, yılsonu rutin işleri derken, artık yaz tatili planları uygulanmaya konmak üzereydi.
Öğrencilerimin sosyal gelişimi içinde, Uluslararası Gençlik Ödülü (1*)programını yeni uygulamaya başladığımız zamanlardı. Bu konuda en candan gayret göstermiş öncü birkaç öğrenci için, Temmuz ayında Letonya’da düzenlenecek ödül ve keşif kampına katılım daveti mesajı geldiğinde, hepimiz şaşırmıştık. Gelişen koşullarla, kravatım-takım elbisemi ve tatil planlarımı bir kenara atıp, o öğrencilere eşlik etme görevini üstlenmek durumunda kaldım.
Büyük şehirde doğup hep apartman köşelerinde büyümüş biri olarak, açıkçası gönüllü değildim bu etkinliğe katılmaya. Arazide, hem de çadırlarda bir hafta kadar kamp yapmak düşüncesi tedirgin ediyordu beni. Çünkü daha önce bu tür deneyimim olmamıştı. Bir yandan kurumsal ve mesleki sorumluluklarımla öğrencilerime eşlik edecek, diğer yandan da kendi adıma yeni bir öğrenme deneyimi yaşayacaktım. Belki oralarda bir yerde bir konuk evi, basit bir otel odası bulabilirim diye kendi kendimi yatıştırdığımı hatırlıyorum.
Kısa sürede hazırlıklarımızı bitirip, çadırlarımız ve diğer kamp gereçleriyle, küçük Baltık ülkesi Letonya’nın başkenti Riga’ya uçakla gittik. Önce geniş bulvarlardan geçerek, eski bir taksi içinde yola koyulduk. Saatlerce neredeyse ıssız köy yollarında gitmeye devam ettik, traktör yolundan da epey ilerledikten, hatta yol bile tamamen bittikten sonra, sonunda ormanlık Lejas kamp alanına vardık. Hiçbir yerin ortasında, daha önce hiç tanımadığımız insanlarla ve alışık olduğumuz günlük rahat ve medeniyetin artık hayli uzağındaydık.
Ev sahibi guruptan cana yakın gençler, bizim yeni satın alınmış çadırların paketini açıp hemen kurdular. Farklı coğrafyalardan gelmiş benzer yaş gurubundan Letonyalı, Estonyalı, Rus, Hollandalı, İsrailli gençler ve bizim küçük Türk gurubu. Hem öğrencilerim hem de benim için her zamankinden farklı ve ilginç bir arada olma durumuydu bu.
Kampı yöneten meslektaşım, yılların deneyimli Ödül Lideri sevgili Inara ROZINA, her konuyla titizlikle ilgileniyordu. İlk akşamdan yakılan heybetli kamp ateşinin çevresinde otururken katılımcı gençler, guruplar halinde kendilerini, ülkelerini, yerel kültürlerini tanıtmaya ve böylece birbirlerini tanımaya başlamıştı. Artık sabahın ilk saatlerinden itibaren her gün, kampın diğer planlanmış etkinliklerini İnara’nın iyi eğitimli ekibi liderliğinde uyguluyorduk.
Duke of Edinburg Gençlik Ödülü kavramı, gençlerin eğitim öğretim hayatlarının sadece dersler ve sınavlardan ibaret olmadığını kavramaları için özel olarak tasarlanmış. Bu programa katılan ve belli bir düzeye gelmiş gençler için özel olarak düzenlenen bu uluslararası kampta, etkinlikler renkli, zorlayıcı ve eğlenceliydi. Baltık denizinde yelkenli, civardaki bir nehirde kano, kürek çekme, engebeli arazide sürünme yürüyüşü, basit marangozluk, harita ve kroki okuyarak uzun arazi yürüyüşleri, ata binme, çiftlik hayvanlarından süt sağma, peynir yapımı, flüt çalmak, dans. Bunların hepsi kişisel beceri ve toplumsal uyum geliştirmeye yönelik özenle planlanmış ve uygulanmaktaydı.
Yemek dağılımı, çevre temizliği, lavaboların bakımı gibi günlük kamp hizmetleri, karma oluşturulan guruplar tarafından dönüşümlü yürütüldü. Ayrıca öğrenciler akşamları düzenlenen eğlence etkinliklerinde kendi ülkelerini, kültürlerini, yemeklerini, geleneklerini, danslarını, şarkılarını tanıtmaya devam ettiler, birbirinden keyifli canlandırmalar yaptılar, sembolik olimpiyat oyunları ve televizyonlardaki “Fear Factor”’ü aratmayacak türden yarışmalar düzenlediler.
Letonya kırsalındaki o kamp boyunca hem rahatına düşkün öğrencilerim pek çok yeni şeyler deneyimledi hem de ben. Doğanın bize cömertçe sunduğu güzelliklerin daha iyi farkına varmaya, ve medeni şekilde paylaşmaya fırsat bulduk. Keşifler yaptık, daha önce hiç düşünmediğimiz etkinliklere başta çekinerek, sonra da keyifle katıldık. Kendi sağdığımız sütten peynir mayalayıp, ertesi gün o peyniri kahvaltıda hep birlikte yemenin apayrı bir lezzeti vardı.
Günlük hayatın rahatlık ve alışkanlıklarının uzağında olmak, doğa ananın bağrında olmak ruhlarımızı dinlendirdi, bedenlerimizi güçlendirdi, kendimize, birbirimize güvenimizi artırdı. Dönüş yolunda uçakta, o zamanki öğrencilerimden on altı yaşındaki İlayda, göz yaşlarıyla: “…bu kampa katıldım ve hayatımda karşıma çıkabilecek yeni durumlarla/zorluklarla kendi kendime başa çıkabileceğimi öğrendim!” diyordu.
Orada, ırk, millet, renk, din, dil farklarımızı bir kenara atıp, hep birlikte dostluk ve paylaşım, ortamı oluşturmuştuk. Önyargılarımızı, kendi kısıtlamalarımızı ve korkularımızı da biraz daha aşmayı öğrenmiştik. Artık daha iyi anlıyorum ki, işte bunları başarmış ve hatırlayacak olmak Letonya’daki asıl “ÖDÜL”ümüzdü.
AÇIKLAMA:
(1*)Uluslararası Gençlik Ödülü (International Award for Young People), dünyanın farklı ülkelerinden olan, tamamıyla uluslararası bir oluşum. Bu programı uygulayan eğitim kurumları merkezi Londra’da bulunan International Award Association’a bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmektedirler. İngiltere Kraliçesi 2.Elizabeth’in eşi Edinburg Dükü Prens Edward bu programın ilk adımlarını 1956 yılında The Duke of Edinburgh’s Award adıyla Birleşik Krallık’ta atmış ve bu uluslararası merkezin kurulmasına bir anlamda öncülük etmiştir. Türkiye’de programın ulusal otoritesi Gençlik Ödülü Derneği‘dir Program Türkiye’de 1994 yılından bu yana sürdürülmektedir; ulusal çapta uygulanmasına 2003 yılında başlanmıştır. Detaylı bilgi için www.ugo.com.tr